VİCDAN SORUNU
VİCDAN SORUNU
Aşağıda linkini paylaştığım direnme kararı bana aittir. Bu kararın
paylaşıldığı bir hakim-savcı gurubunda, Oğuzhan-Elif Asiltürk isimli kullanıcı
tarafından, karara ilişkin olarak “keşifte hayvanını güden adamı duruşma
düzenini bozuyor diye keşif aracına atıp adliyeye getiren ve disiplin hapsi
uygulayan karar sahibine çok görmeyelim gerekçeyi. Mevki makam insanlara zulüm
olsun diye keyfe keder kullanılmamalı. Kullanılanlarda sistem içinde tek tek
elenmeli” şeklinde bir yorum yapılmıştır. Bende bu gurubun üyesi olduğum için
yorumdan haberdar oldum. Bu yoruma, adalet anlayışımızı da özetleyen cevabım
aşağıdadır.
Yorumda bahsedilen somut olaya geçmeden önce, biz makam- mevkii
insanlara zulüm olsun diye keyfe keder mi kullandık, nasıl adalet dağıttık,
bunu açıklayarak başlayayım.
Yahyalı benim ilk görev yerimdi. Yahyalı’da göreve başlamamdan kısa bir süre sonra, adliyeye
bir vatandaş geldi. Bana, evinin de içinde bulunduğu taşınmazın, kendi adına
tescili için, dava açıp kazandığını, fakat mahkemedeki dava dosyasının
kaybolduğunu, bu nedenle yıllardır kullandığı ve içinde evinin de bulunduğu
taşınmazını tapuya tescil ettiremediğini, hatta tapuya tescil ettiremediği için
taşınmazın bir kısmının, bölgede yapılan kamulaştırma da, hazine arazisi olarak
işlem gördüğünü ve kamulaştırma bedelini alamadığını, tapu-kadastro müdürlüğüne
tescil için başvurduğunu fakat tapu-kadastro müdürlüğünün, dosyanın
kaybolduğuna dair mahkemeden yazı getirmesini istediğini söyledi. Bana elindeki
Yahyalı asliye hukuk mahkemesine ait, eski tarihli gerekçeli kararı gösterdi. Gerekçeli
karara göre, kararın eki krokide gösterilen yerin davacı adına tesciline karar
verilmiş fakat kararın eki kroki vatandaşta yok. Mahkeme karar kartonundan
kontrol ettiğimde vatandaşın söylediğinin doğru olduğunu gördüm. Hakikaten,
vatandaş dava açıp kazanmış, kararın bir örneği mahkeme karar kartonunda var,
lakin kararın eki sayılan ve taşınmazın sınırlarını belirleyen kroki karar
kartonuna da konulmamış, vatandaşa da gerekçeli karar ile birlikte tebliğ
edilmemiş. Vatandaş da karar
kesinleşince hemen gidip tapuya tescil yaptırmamış, muhtemelen nasıl olsa
davayı kazandım diye düşünmüş. Sonrasında
ise dosya kaybolmuş. Durumu mübaşire sordum, sonra müdüre hanım da geldi. İkisi
de “Bu dosyayı bulamıyoruz” dediler. Müdüre hanım “Arşivdeki dosyaların bir
kısmı yer olmadığı için cezaevine gönderilmiş, oraya da sırasıyla konulmamış,
çok aradık fakat bulamadık” dedi. Vatandaşa “Amca ben buraya yeni geldim, bana
biraz müsaade et, bir bakayım, halletmeye çalışacağım” deyip amcayı gönderdim.
Vatandaş çıkınca mübaşir “Hakim bey bu adam dört yıldır gelip gidiyor, dosyayı
bulamıyoruz, arşivdeki sırasında yok, 1990’ların dosyası, bize sıkıntı olur
diye de dosyanın kaybolduğuna dair belge veremiyoruz, amca öyle gelip gidiyor”
dedi.
Daha sonra ben arşive ve cezaevine baktım. Arşivde yok, cezaevindeki dosyaların hali harap, orda var mı bilmiyoruz, varsa da bulmamız üç dört aylık bir çalışma gerektirir, bulsak işe yarar halde mi onu da bilmiyoruz, zaten yeterli personel yok. Anladım ki dosyayı aramak çözüm değil. Vatandaşı çağırttım, geldi. “Bak amca, dosyayı bulamıyoruz, sana dosyanın kaybolduğuna dair yazı vereceğim ama ola ki bu belge ile de kadastro müdürlüğü senin işini halletmez o zaman dava açarsın, elindeki gerekçeli karar da açacağın dava da delil olur. Böyle bir dava açma durumu olursa davaya hakim olarak ben bakabilirim, sana davayı kazanırsın demiyorum. Belki davayı usulüne uygun açmazsın, belki göstereceğin tanıklar başka şeyler söyler, belki söylediklerinin doğru olmadığına dair başka bir şey ortaya çıkar, ben sana kesin bir şey söylemiyorum ama çözüm yolu bu” dedim. Amcaya birde çay söyledim, neticede dört yıl adliyeye gitmiş gelmiş, bir hatırı var. Dosyanın kaybolduğu ve bulunamadığına dair yazıyı da verdim. Sanıyorum kadastro müdürlüğü adamın işini halletti, zira ben Yahyalı da iki yıl çalıştım, adam bir daha gelmedi. Peki vatandaş bunun için niye dört yıl adliyenin yolunu aşındırdı? Mübaşirin açıkça söylemeyip ima ettiği şey şu; hakimler dosyanın kaybolduğuna dair belge verirsem bana sıkıntı olur düşüncesi ile vatandaşı bir şekilde geri gönderdi, adam da dört yıl bir umutla gidip geldi. İşte bizim sorunlara yaklaşımımız hep bu şekilde olmuştur.
Daha sonra ben arşive ve cezaevine baktım. Arşivde yok, cezaevindeki dosyaların hali harap, orda var mı bilmiyoruz, varsa da bulmamız üç dört aylık bir çalışma gerektirir, bulsak işe yarar halde mi onu da bilmiyoruz, zaten yeterli personel yok. Anladım ki dosyayı aramak çözüm değil. Vatandaşı çağırttım, geldi. “Bak amca, dosyayı bulamıyoruz, sana dosyanın kaybolduğuna dair yazı vereceğim ama ola ki bu belge ile de kadastro müdürlüğü senin işini halletmez o zaman dava açarsın, elindeki gerekçeli karar da açacağın dava da delil olur. Böyle bir dava açma durumu olursa davaya hakim olarak ben bakabilirim, sana davayı kazanırsın demiyorum. Belki davayı usulüne uygun açmazsın, belki göstereceğin tanıklar başka şeyler söyler, belki söylediklerinin doğru olmadığına dair başka bir şey ortaya çıkar, ben sana kesin bir şey söylemiyorum ama çözüm yolu bu” dedim. Amcaya birde çay söyledim, neticede dört yıl adliyeye gitmiş gelmiş, bir hatırı var. Dosyanın kaybolduğu ve bulunamadığına dair yazıyı da verdim. Sanıyorum kadastro müdürlüğü adamın işini halletti, zira ben Yahyalı da iki yıl çalıştım, adam bir daha gelmedi. Peki vatandaş bunun için niye dört yıl adliyenin yolunu aşındırdı? Mübaşirin açıkça söylemeyip ima ettiği şey şu; hakimler dosyanın kaybolduğuna dair belge verirsem bana sıkıntı olur düşüncesi ile vatandaşı bir şekilde geri gönderdi, adam da dört yıl bir umutla gidip geldi. İşte bizim sorunlara yaklaşımımız hep bu şekilde olmuştur.
Hiçbir zaman kendi menfaatlerimizi,
adaletin önünde tutmadık. Menfaatlerimiz uğruna adaleti bir kenara bırakmadık.
Bilindiği gibi 6248 sayılı yasanın uygulaması, pek çok kesim tarafından
eleştirilmektedir. Kanun koyucu bu yasayı şiddete maruz kalan ve ciddi risk
altında bulunan mağdurların korunmasını sağlamak amacıyla çıkarmıştır. Hukuk
mantığı bunu gerektirir. Fakat kanunun uygulaması, adli birimlere yansıyan her
olayda, özellikle aile içi olaylarda evden uzaklaştırma tedbiri uygulanması
şeklinde olmuştur. Her ailede olabilecek basit tartışmalarda dahi uzaklaştırma kararı
verilmiştir. Bunun sebebi ise “yarın bir cinayet olursa niye uzaklaştırma
verilmedi, koruma altına alınmadı diye sorulur, ben sıkıntı yaşarım”
mantığıdır. Neticede verilen uzaklaştırma kararları ile ailelerin parçalanması
değerlendirme konusu olmamaktadır. Biz ise bu uzaklaştırma tedbirini, Taraflar
arasında boşanma davası bulunması, tarafların ayrı yaşıyor olması, gerçekten
mağdurun şiddete maruz kalma riski bulunan haller gibi istisnalar dışında
uygulamadık. Bu kanunu bir tehdit unsuru olarak kullanıp, kocasına iftira atan
kadını uyaran kararlarımız da olmuştur. Biz kanunu, kişilerin şiddetten
korunması, aile bütünlüğü gibi toplumu ayakta tutan tüm sosyal dengeleri
gözeterek ve nasıl karar verirsem ben sıkıntı yaşamam mantığından uzak bir
şekilde uyguladık.
Boşanma davalarında kadına verilen
nafaka, bu nafakanın bir süreye bağlı olmaması, çok kısa süren evliliklerde
dahi yıllarca nafaka ödemek durumunda kalan erkeklerin, yeniden evlenme
aşamasında sıkıntı yaşaması gibi durumlar sebebiyle sık sık eleştirilmekte,
çözüm aranmakta ve hala tartışılmaktadır. Halbuki biz bu sorunu mesleğe
başladığımız ilk yıl çözüme kavuşturduk. Biz Yahyalı’da göreve başladıktan
sonra verdiğimiz tüm boşama kararlarında, kadın için yoksulluk nafakasına
hükmetmemiz durumunda, bu nafakanın, aynı maddi ve manevi tazminat gibi, tek
seferde toplu olarak ödenmesine hükmettik. Zira boşanan tarafların yeni bir
hayat kurması için, bu en doğru çözümdür. Boşanan taraflar çoğu zaman husumetle
ayrılırlar ve birbirlerini hatırlamak dahi istemez. Hal böyleyken bunları
sürekli aylık nafaka ile birbirlerini hatırlamaya ve iletişime mecbur kılmak,
başka sosyal sorunlara da sebep olmaktadır. Ayrıca toplu nafaka bir seferde
ödenmekle veya icra yoluyla tahsil edilmekle süreç tamamlanırken, aylık nafaka
her ay ödenmeye devam etmekte, ödenmemesi durumunda icra mahkemesine şikayet
yoluyla gelmekte, bazen, nafaka alacağı için, pek çok icra ceza dosyası
açılmakta, açılan icra dosyaları yıllarca devam etmekte, icra ceza mahkemelerine
iş yükü olmaktadır. Bu sebeplerle toplu nafaka, sorunun kronikleşmesini
engellemektedir. Kanunda da buna bir mani olmadığı gibi, bizim verdiğimiz
kararlar Yargıtay’ca da onanmıştır. Nitekim toplu nafaka uygulamasının
yaygınlaştırılması, yargı reformu strateji belgesinde de yer almıştır. Ben bu
konuların tartışıldığını görünce, sayın Selahattin Menteş’e bizim bu sorunu
yıllar evvel çözdüğümüzü anlatmıştım.
Hukuk mahkemelerinde, hakimin
tarafları dinleme zorunluluğu yoktur. Fakat davanın taraflarının, yani davacı
ve davalı asillerin, davanın temelini oluşturan vakıalar hakkında, mahkemece
bizzat dinlenilmesi, gerektiğinde karşılıklı sorular sorulması, çelişkilerin
açıklattırılması, dava konusu vakıa ve olayların daha iyi aydınlatılması, hak
ve hakikatin ortaya çıkması için en iyi yoldur. Gerçek anlamda adil kararların
verilmesini ve esasında adaletin sağlanması ancak bu şekilde olur. Bu yöntem
tarafları doğru söylemeye de zorlamaktadır. Zaten sorulmadan, sorgulanmadan
olay aydınlatılamaz. Olayı aydınlatmak sorgulamakla olur. Dosyayı akışına
bırakmakla sadece şekli bir adalet sağlanabilir. İşte biz Yahyalı da göreve
başlamamızdan itibaren, bütün dosyalarımızda, ön inceleme duruşmasına taraf
asillerini, isticvap davetiyesi ile davet ederek bizzat dinledik. Bu, bizim
olayı aydınlatma ve gerçek anlamda adil karar verme ihtiyacımızın doğal
sonucuydu. Bu yöntem, çoğu zaman tanıklara dahi gerek kalmadan, işin gerçeği
ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca tarafların mahkemede bizzat dinlenilmesi, onların
adalete olan güvenini artırdığı gibi, uzlaşmanın sağlanması ihtimalini de
artırmaktadır. Fakat adalet sistemimizde isticvap uygulaması çok istisnadır.
Bir avukat arkadaşıma, önemli bir davada yardımcı olmaya çalışırken, isticvabı
söyleyince, bunu nerden çıkardın, burada uygulayanı hiç görmedim demişti.
Yahyalı’dan sonraki görev yerim
Dargeçit oldu. Dargeçit’te çok fazla tapu iptal tescil dosyası vardı. Bütün
dosyalar hava fotoğraflarını bekliyordu. Dosyaları incelediğimde, bir yıldan
fazla süre geçmesine rağmen, hava fotoğraflarının hala gelmediğini gördüm. Her
seferinde hava fotoğrafları için duruşma erteleniyor, vatandaşta adliyeye gelip
gelip gidiyordu. Bazılarının sırf artık gelip gitmemek için, masrafları
karşılayamadığı için davalardan vazgeçtiğini gördüm. İnsanın içi açıyordu. Hakimlik
stajı yaparken Adalet akademisinde de hava fotoğraflarının çok geç geldiğini
söylemişlerdi. İki ay içerisinde bütün dosyaların, hava fotoğraflarının
gelmesini sağladım. Daha sonra istediğim bütün hava fotoğrafları ise dört hafta
içinde gönderildi.
Dargeçit’te çalışırken bir vatandaş
benimle görüşmek istemiş, geldi. Bir şeyler anlatıyor, çocukları okula
kaydettiremiyorum gibi şeyler söylüyor, elinde de bir kağıt, ne dediğini
anlamıyorum ama yüzünde bir çaresizlik ifadesi var. Katibi çağırdım, biraz
dinledikten, evrakı ve mahkememizdeki dosyayı inceledikten sonra meseleyi
anladım. Vatandaşın eşi, nüfusta teyzesi olarak kayıtlı imiş. Bunlar
evlenmişler, üç de çocukları olmuş. Üç çocuktan sonra nüfus müdürlüğü, bu
kişilerin teyze yeğen olduğunu fark etmiş ve savcılığa durumu bildirmiş,
savcılıkta evliliğin iptali için dava açmış. Halbuki savcılık araştırsa, teyze
yeğen olmadıklarını anlayacak ve evliliğin iptali değil nüfus kayıtlarının
düzeltilmesi davası açacaktı. Neyse mahkemede teyze yeğen olmadıklarını
söylemişler, mahkeme de nüfus kayıtlarının düzeltilmesi davası açmaları için
süre vermiş. Sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, bu arada dava açamamışlar ve
mahkeme evliliği iptal etmiş. Halbuki nüfus kayıtlarının düzeltilmesi resen
araştırılması gereken bir konudur. Bu süreç hatırladığım kadarıyla Batman
da gerçekleşiyordu. Kadın Gerçüşlü,
kocası ise Dargeçitli idi. Daha sonra birde Gerçüş’te nüfus kaydının
düzeltilmesi davası açmışlar oda reddedilmiş, niye reddedildi bilmiyorum. Daha
sonra Dargeçit’te nüfus kayıtlarının düzeltilmesi için bir daha dava açmışlar.
Bu sefer de benden önceki hakim, hatırladığım kadarıyla davacının annesinin
yaşına dayanarak, yaşları tutmuyor, iddiaları doğru değil diyerek davayı
reddetmiş. Aslında hem o mantık yanlıştı, hem de yaşları yanlış kaydedilmiş
olabilir de, kısaca karar yanlıştı demekle yetiniyorum. Bu ret kararını yakın
tarihte temyiz etmişlerdi. Adam velayet olmadığı için çocukları okula kaydettiremiyorum
diyordu. Dosyanın temyizden dönmesi en az bir yıl sürecekti. Adama “sen yeni
bir dava aç, iki de tanık göster ben hallederim, Bu dosya Yargıtay’dan dönünce
buna da feragat dilekçesi verirsin” dedim. Eşim açsa olur mu, ben çalışmaya
gidiyorum dedi, olur dedim. Eşi davayı açmaya geldiğinde hala sorunun
çözüleceğine inanamıyordu. “Kaynanam beni çok severmiş, sonra beni oğluna
istedi, evlendik, sonrada başımıza bu geldi” dedi. Sanki kusur kendilerindeymiş
gibi. “Kurban adadık, bu sıkıntıdan kurtulursak kurban keseceğiz” dedi. Davayı
açtı, bir ayda nüfus kayıtlarını düzelttim. Çok dua etti saolsun. İşte biz bu
dualara güveniyoruz.
Kaman’da çalışırken, BOTAŞ’ında
vekili olan avukat Ali Bora, bekleme müddetinin kaldırılması talepli bir dava
dilekçesi getirdi. Dava dilekçesinde, davacının adresinin Kırşehir olduğunu
tesadüfen fark ettim. Nüfus kaydına baktım, orada da davacının adresi Kırşehir.
Avukat bey de Kırşehir’den gelen bir avukattı, yani Kaman avukatlarından
değildi. Avukat bey’e “Davacının adresi Kırşehir’miş neden Kırşehir de
açmadınız dedim, avukat bey “hakim bey Kırşehir de çok uzatıyorlar, o nedenle
burada açtım” dedi.
Kaman’dan Ordu’ya savcı olarak
tayin oldum. Bir avukat tutukluluğa itiraz dilekçesi getirdi. Dosya da bana
yeni tevzi olmuştu. Gürgentepe savcılığından, ağır ceza mahkemesine dava
açılmak üzere fezleke ile gönderilmiş, cinsel istismar iddiasına dayalı bir dosya
idi. Tutuklu dosya olduğunu öğrenince, incelemeye ondan başlayayım diyerek
dosyayı inceledim. Şüpheli tutuklanmıştı, fakat dosyayı incelediğimde, olayın
olduğuna ihtimal vermedim. İddialar hayatın olağan akışına aykırı idi. Daha
doğrusu ortada bir iddia da yoktu. Çocuk zaten cinsel istismar iddiasında
bulunmamıştı. Kendini ifade edemeyen, özel eğitim öğrencisi bir çocuktu. Birkaç
hafta önce okulda öğretmenlere, özel eğitim öğrencisi çocukların cinsel
istismara uğrayabileceği, bu konuda dikkatli olmaları gerektiğine ilişkin
seminer verilmiş, sonrasında okulda bir öğrencinin bir lirası kaybolmuş,
öğretmenler bütün öğrencileri aramışlar, bu çocukta dört lira bulmuşlar. Bu
çocuk bu parayı nerden buldu, ailesinin de durumu iyi değil, cinsel istismara
mı uğradı derken, savcılığa bildirmişler ve sonrasında şüpheli tutuklanmış.
Çocuğun ifadesini, video kaydından izledim, çocuk sorulan sorulara hiçbir cevap
vermiyor. Cevap vermiyorsa öyledir diye düşünülmüş ve şüpheli tutuklanmıştı.
Fakat olayın olma ihtimali yoktu. Savcının, soruşturma aşamasında şüpheliyi
resen tahliye etme yetkisi var. Şüpheliyi resen tahliye etmeyi düşündüm, fakat
ilçedeki savcı tutuklamaya sevk etmiş, ilçedeki hakim tutuklamış, tutukluluğa
itiraz üzerine, ildeki hakimde tahliye talebini reddetmiş, şimdi ben şüpheliyi
serbest bıraksam, bu savcı ne yapmaya çalışıyor diyeceklerdi. Artık bizde biraz
tecrübe sahibi olmuştuk. Herkesin yeniden ifadesini aldım. Dinlenmeyen bazı
tanıkları da dinledim. Çocuk zaten cinsel istismara uğradım demediği gibi,
çocuğun anne babası da böyle bir şey olamaz diyordu. Mahkemeden tahliye talep
ettim, şüpheliyi tahliye ettirdim. Ne yazık ki bugün cinsel istismar
suçlarında, olayın olma ihtimalinin bulunmaması dahi şüpheliyi aklamaya
yetmemektedir.
Bunlar gibi anlatabileceğim sayısız
olay var fakat fazla uzatmadan, Oğuzhan Asiltürk’ün iftirasına argüman yaptığı
olaya gelmek istiyorum. Bahsedilen keşfe konu davanın tarafları yıllar evvel
boşanmışlar, mevcut dava ise mal rejiminden kaynaklanan katkı payı alacağı
davası idi. Boşanmadan sonra taraflar arasında vukuu bulan olaylara ilişkin, çocukların
da müşteki ve mağdur olduğu ceza dosyalarını görmüştüm. Keşifte tanığı
dinlerken, tanığın söylediklerine davalı itiraz ederek tanığa cevap verdi.
Bende acaba tanık ne cevap verecek diye kesmek istemedim. Hatırladığım
kadarıyla davalı tanığa, evi kendi kazandığım parayla yaptırmadım mı gibi
şeyler söylüyordu, tanık cevap verdi, fakat davalı yene itiraz etti, bu arada
davacının oğlu, ki aynı zamanda davalının da oğlu fakat aralarında husumet var,
davalıya, o kadar paran çoksa borcunu öde gibi bir şey söyledi, davalı da
oğluna küfretti. Tabi bunlar birbirlerine bağırıyorlardı. O sırada keşfi
izleyen adam da oradan bağırmaya başladı. Sanırım davacının oğluna, sen
utanmıyor musun, o senin baban gibi şeyler söylüyordu. Herkes bağırdığı için
her şeyi de tam anlayamıyordum. Bahsedildiği gibi koyun gütme durumu yok, koyun
var ise de gitmişti, vatandaş, keşfi izliyormuş, bende sonradan gördüm. Zaten
keşif köyün içinde idi, yani koyun güdülecek bir yer değildi. Herkes birbirine
bağırmaya başlayınca benim de canım sıkıldı, jandarmaya üçünü de adliyeye getirin dedim. Bende sordum, bu
keşfi izleyen vatandaşa, sana ne, sen ne karışıyorsun diye. Neyse üçüne de
birer gün disiplin hapsi verdim, fakat 2 saat sonra, küfreden davalı hariç,
diğer ikisini bıraktırdım. Hakim yüreği işte dayanır mı? Tabi olaylar bu
noktaya gelince herkesin morali bozuldu. Daha önce sanırım avukatlardan, tarafların
anlaşma niyetlerini duymuştum, bir uzlaştırmacı görevlendirdim, avukatlarda
vekalet ücreti almadılar, taraflar arasındaki başka bir dosya ile bu dosyada
tarafları anlaştırdık, bu şekilde uzlaşma sağladık. Bugün hakimler, vatandaş bir laf söyler, ters
bir şey olur diye keşif mahallini gezemiyorlar. Ayrıca bizde insanız elbette
kızacağız, hata yapacağız. Ben bu olayda hata yaptığımı düşünmüyorum ama yapa da
bilirdim. İnsanları artılarıyla ve eksileriyle birlikte değerlendirmek gerekir.
Oğuzhan Asiltürk isimli kişiyi
tanımıyorum. Yorumunu okur okumaz bende şu kanaat oluştu. Muhtemelen, kendisi
benden sonra Yahyalı da görev yaptı. Yahyalı da adliye personelinden tüm
hükümet konağı memurlarına, polisinden jandarmasına, avukatından bilirkişisine, öğretmeninden
imamına, kurum amirlerinden belediye başkanına, herkes Orhan hakim şöyleydi, Orhan
hakim böyleydi diye birazda abartarak anlatmıştır, demek ki kendisi de kalbinde
hastalık olan bir insanmış, içinde oluşan haseti bu şekilde dışa vurdu. Yani
benim mesleğimi Standartların çok çok üzerinde yaptığımı ona söyleyen pek çok
kişi olmuştur. Dolayısıyla benim makam mevkii keyfe keder, insanlara zülüm
olsun diye kullanmadığımı kendisi çok iyi biliyordur. Bir avukat temyiz dilekçesinde
bana hakaret eden ifadeler kullanmış. Ben izinde idim, katibim Oğuz bey aradı, avukatın
kullandığı ifade Oğuz beyin zoruna gitmiş. Biz insanı kalbinden tanırız.
Bunların hepsi rol olamaz. Onlar benim arkamdan kötü konuşmaz.
Yahyalı’da benden sonra çalışan
hakim-savcılardan, sadece Necmettin Uğur Şen’i tanıdım. Yahyalı’ya ziyarete
gitmiştim. Ben seçim müdürlüğünde otururken, kendisi nezaket gösterip yanımıza
geldi, o şekilde tanıştık. Herhalde Oğuzhan Asiltürk gibi düşünse nezaket
gösterip yanımıza gelmezdi. Ayrıca ben Uğur hakime “hakim bey var mı şu konuda
yanlış yapmışsınız, şu hataları sık yapmışsınız, şu hususa dikkat edin
diyeceğiniz bir şey” diye özellikle sordum. Kendisi de bana “bir iki dosyayı
Yargıtay usulden bozmuş, onun dışında bir şey görmedim hakim bey” dedi.
Adalet; vicdan işi, temiz kalp
işidir. Kalp temiz olmazsa, en zeki öğrencileri, en iyi hukuk fakültelerinde
okutup, en iyi eğitimi de verseniz, adaleti tesise memur olamazlar. İnsan öyle
bir vicdana sahip olmalıdır ki, ne sicil notu, ne makamını ve menfaatlerini
kaybetme korkusu, kişiyi adaletten ayırmamalıdır.
Aranızdan şahitler edinmek için iyi
ve kötü günleri aranızda döndürürüz, ayetinde belirtildiği üzere, imtihandan
geçtiğimiz bu süreçte, Oğuzhan Asiltürk’te kalbini hepimize gösterdi.
Yorumlar
Yorum Gönder