KADININ BEYANI ESAS MIDIR ?
(TARAFIMDAN VERİLEN BİR KARARIN GEREKÇE KISMIDIR)
GEREKÇE
Dava nafakanın kaldırılması
talebine ilişkin olup, davalı ise verdiği cevap dilekçesinde, davanın reddini
talep etmiştir. Mahkememize tarafların bildirdiği deliller toplanmış, gerekli
tahkikat yapılmış, taraflar ve bildirilen tanıklar mahkememizce dinlenilmiştir.
Tarafların boşanmalarına
ilişkin Yahyalı Asliye Hukuk Mahkemesi dosyası, taraflarca delil olarak
bildirilmiş ve dosyamız arasına alınmıştır. Buna göre taraflar 02/02/2012
tarihinde Yahyalı Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/193 Esas sayı kararı ile
boşanmışlar ve mahkeme boşanma kararı ile birlikte, iş bu davanın davalısı H.K.
lehine aylık 300,00 TL nafakaya hükmetmiştir.
Yahyalı Asliye Hukuk
Mahkemesinin, tarafların boşanmalarına ve H.K. lehine tazminat ve nafakaya
hükmedilmesine ilişkin kararın gerekçesi ise "Kayseri 1. Ağır Ceza
Mahkemesi'nin 2011/120 Esas-2011/294 Karar sayılı dosyasında, eşe karşı
nitelikli cinsel saldırı suçundan, dosyamız davacısının katılan, davalısının
sanık sıfatıyla yargılama yapılıp, davalının cinsel saldırı suçundan
cezalandırılmasına karar verildiği, tanık anlatımlarına göre son eylemin
meydana geldiği günün sabahında, davalının ailesinin, davacıyı ailesinin yanına
götürdüğü, Develi Devlet Hastanesi'nin ceza dosyası arasına alınan, olayın
hemen akabinde alınmış 24/02/2011 tarihli adli raporuna göre de davacının, anal
ilişkiye girdiğini gösterir bulguların mevcut olduğu, bu olaydan sonra
tarafların bir araya gelmedikleri, her ne kadar davalı, davacının rızası ile
anal ilişkiye girdiklerini beyan etmiş ise de; tarafların yaşadıkları yerin
küçük bir ilçe olup, davacının böyle bir olay nedeniyle şikayetçi olmuş olması
ve böyle bir olayın duyulmasını göze alması karşında, rızasının olduğunun
kabulünün mümkün olmadığı gözetilerek, davalı hakkındaki mahkumiyetin
kesinleşmesinin beklenmesine gerek görülmemiştir. Bu halde taraflar arasında
ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek
derecede bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı
dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın
artık kanunen mümkün görünmemesine göre, davanın kabulü ile tarafların
TMK'nın166/1. Maddesine göre boşanmalarına ve boşanma nedeniyle davacının
yaşadığı maddi ve manevi sıkıntıyı bir nebze gidermek amacıyla bir miktar
tazminata ve nafakaya hükmedilmesine dair hüküm kurmak gerekmiştir."
Şeklindedir.
Görüldüğü üzere Yahyalı
Asliye Hukuk Mahkemesi tarafların boşanmalarına ilişkin kararda Kayseri 1. Ağır
Ceza Mahkemesinin 2011/120 Esas 2011/294 Karar sayılı kararına dayanmıştır. Bu
Ağır Ceza Mahkemesi kararı ile M.Y. , H.K. ya karşı cinsel saldırı suçundan 7
yıl 3 ay ceza almıştır. Bu Ağır Ceza Mahkemesi kararı da, boşanma dava
dosyasına sunulmuş ve içerisinde bulunduğundan mahkememizce incelenmiştir.
Kayseri 1. Ağır Ceza
Mahkemesinin kararının, mahkememizde görülecek nafaka davasının ilk
duruşmasından önce, duruşma hazırlığı amacıyla incelenmesinde, bu kararın
açıkça hatalı olduğu kanaatine varılmıştır. Mahkeme kararının okunduğunda
inandırıcı gelmemesi üzerine, Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyası uyap
üzerinden istenmiş, gelen belgeler incelenmiştir. İş bu ceza mahkemesi
dosyasının incelenmesinde, mahkeme kararının açıkça hatalı olduğu
anlaşılmıştır. Zira M.Y. görme engellidir. Bu tüm dosya kapsamı ile sabittir.
Ayrıca olayın olduğu gün M.Y. ve H.K. yalnız değildir. Olayın olduğu gece M.Y.,
H.K. ve M.Y.nin biri kız, biri erkek iki kardeşi salonda beraber uyumuşlardır.
H.K. sabaha karşı bu olayın olduğu iddia etmiş, sanığın kardeşlerinin ilgisiz
kaldığını beyan etmiştir. Hatta H.K. beyanında sanığın kardeşi G.Y. ye,
telefonla, abisinin kendisine zorla anal yoldan cinsel istismarda bulunmak istediğini
yazdığını, fakat sanığın kardeşi G.nin inanmadığını söylediğini beyan etmiştir.
H.K.nın bu beyanları ve tüm
dosya kapsamı değerlendirildiğinde, iddia edilen olayın gerçekleşmiş olması
mümkün değildir. Böyle bir olayın gerçekleşmiş olması ihtimal dahilinde dahi
değildir. Öncelikle taraflar olayın olduğu odada yalnız değildir, sanığın bir
kız, bir erkek kardeşi de aynı odadadır. Ayrıca sanık görme engellidir.
Nasıl bir cinsel saldırı
olayıdır ki mağdure, telefonla, sanığın zorla kendisine anal yoldan cinsel
saldırıda bulunduğunu, aynı odada bulunan, sanığın kardeşine yazacak fakat
görme engelli sanığın elinden kurtulmayacaktır. Ayrıca mağdure, diğer cinsel
saldırı olaylarında, sanığın, kendisinin elini bağladığını iddia etmiştir.
Görme engelli sanık, acaba mağdurenin ellerini nasıl bağlamıştır, sanığa yardım
eden başkaları mı vardır, eğer varsa böyle bir iddia neden yoktur. Böyle bir
olay hiç mantıklı değildir. İnanılması mümkün değildir. Böyle bir olayın
cereyanı ihtimal dahilinde değildir.
Bilinmesi gerektiği gibi bir sanığın bir suçtan cezalandırılması için, sanığın o suçu işlediğinin kesin olarak, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde sübut bulması gerekir. Sanığın cezalandırılmasına ilişkin Ağır Ceza Mahkemesi kararının gerekçesi ise "Sanık, kovuşturma aşamasında alınan sorgu ve savunmalarında, üzerlerine atılı suçunu işlemediğini savunmuş ise de, olay öncesinde sanık ile mağdure ve aileleri arasında, iftira atmayı gerektirir husumet bulunmamaktadır. Yüksek Yargıtay içtihatlarına göre iffetsizlikle me’lüf olmayan mağdurun ve mağdurenin iffetini ortaya koyarak, bu şekilde beyanda bulunması halinde, ayrıca ortada böyle bir sebep yok iken, sanığa karşı böyle bir suçlamada bulunduğunun kabulünün, hayatın olağan akışına aykırı olduğu, dolayısıyla mağdurenin aşamalardaki uyumlu, değişmeyen, içten ve tutarlı anlatımlarına göre, sanığın iş bu yönündeki sorgu ve savunmalarının, kendisini cezadan kurtarmak amacını taşıyıp, objektif olmaması ve subjektif nitelik taşıması nedeniyle değerlendirilmeye esas alınmamıştır. Yüksek Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 17.03.2004 günlü, 3503-1936 E.K. sayılı, aynı yüksek dairenin Söğüt Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilen 2000/62-82 E.K sayılı ve 19.09.2000 günlü ilamındaki salt mağdurenin beyanı ile hüküm kurulmasını içeren ilamını onayan 2001/6903-2002/4237 E.K. sayılı ve 04.06.2002 günlü ilamı, aynı yüksek dairenin 14.04.2000 günlü ve 3503-1996 sayılı ve aynı dairenin 22.03.1988 ve 1987/3527-1998/2265 E.K sayılı ilamı, aynı yüksek dairenin 14.04.2000 günlü ve 3503-1996 EK sayılı, aynı dairenin 20.9.2005 ve 2003/7148-2005/20121 E.K sayılı ilamı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.03.1993 günlü ve 1993/5-27-1993/49 EK sayılı, Yüksek Yargıtay 5. CD’nin 1996/494-587 EK sayılı ve 05.03.1996 günlü, aynı yüksek dairenin 1996/759-790 EK sayılı ve 19.03.1996 günlü, aynı yüksek dairenin 1996/644-1145 EK sayılı ve 09.04.1996 günlü, aynı yüksek dairenin 2004/5496-6199 EK sayılı, aynı yüksek dairenin 2005/15337-2008/840 EK sayılı ve 13.02.2008 günlü, Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2005/5-35-51 EK sayılı ve 10.05.2005 günlü ilamı ve benzer içtihatları bu sonucu doğrulamaktadır. " şeklindedir ve bu gerekçelerle sanığın cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Bilinmesi gerektiği gibi bir sanığın bir suçtan cezalandırılması için, sanığın o suçu işlediğinin kesin olarak, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde sübut bulması gerekir. Sanığın cezalandırılmasına ilişkin Ağır Ceza Mahkemesi kararının gerekçesi ise "Sanık, kovuşturma aşamasında alınan sorgu ve savunmalarında, üzerlerine atılı suçunu işlemediğini savunmuş ise de, olay öncesinde sanık ile mağdure ve aileleri arasında, iftira atmayı gerektirir husumet bulunmamaktadır. Yüksek Yargıtay içtihatlarına göre iffetsizlikle me’lüf olmayan mağdurun ve mağdurenin iffetini ortaya koyarak, bu şekilde beyanda bulunması halinde, ayrıca ortada böyle bir sebep yok iken, sanığa karşı böyle bir suçlamada bulunduğunun kabulünün, hayatın olağan akışına aykırı olduğu, dolayısıyla mağdurenin aşamalardaki uyumlu, değişmeyen, içten ve tutarlı anlatımlarına göre, sanığın iş bu yönündeki sorgu ve savunmalarının, kendisini cezadan kurtarmak amacını taşıyıp, objektif olmaması ve subjektif nitelik taşıması nedeniyle değerlendirilmeye esas alınmamıştır. Yüksek Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 17.03.2004 günlü, 3503-1936 E.K. sayılı, aynı yüksek dairenin Söğüt Sulh Ceza Mahkemesi tarafından verilen 2000/62-82 E.K sayılı ve 19.09.2000 günlü ilamındaki salt mağdurenin beyanı ile hüküm kurulmasını içeren ilamını onayan 2001/6903-2002/4237 E.K. sayılı ve 04.06.2002 günlü ilamı, aynı yüksek dairenin 14.04.2000 günlü ve 3503-1996 sayılı ve aynı dairenin 22.03.1988 ve 1987/3527-1998/2265 E.K sayılı ilamı, aynı yüksek dairenin 14.04.2000 günlü ve 3503-1996 EK sayılı, aynı dairenin 20.9.2005 ve 2003/7148-2005/20121 E.K sayılı ilamı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.03.1993 günlü ve 1993/5-27-1993/49 EK sayılı, Yüksek Yargıtay 5. CD’nin 1996/494-587 EK sayılı ve 05.03.1996 günlü, aynı yüksek dairenin 1996/759-790 EK sayılı ve 19.03.1996 günlü, aynı yüksek dairenin 1996/644-1145 EK sayılı ve 09.04.1996 günlü, aynı yüksek dairenin 2004/5496-6199 EK sayılı, aynı yüksek dairenin 2005/15337-2008/840 EK sayılı ve 13.02.2008 günlü, Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2005/5-35-51 EK sayılı ve 10.05.2005 günlü ilamı ve benzer içtihatları bu sonucu doğrulamaktadır. " şeklindedir ve bu gerekçelerle sanığın cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Görüldüğü gibi Ağır Ceza
Mahkemesi mağdurenin iftira atması için bir sebep bulunmadığını, iftira atması
için sebep yok iken, sanığa karşı böyle bir suçlamada bulunmasının, hayatın olağan
akışına aykırı olduğunu belirtmektedir. Öncelikle yukarıda belirtildiği üzere
H.K.nın beyanlarının tamamı, hayatın olağan akışına aykırıdır, tutar bir tarafı
bulunmamaktadır. Fakat Ağır ceza Mahkemesi bunları görmemiştir. Ayrıca sanığa
ceza verilmesi için, sanığın o suçu işlediğinin, somut delillerle sabit olması
gerekir. Kadının iftira atması için sebep yok denilerek sanığa ceza verilemez.
Mahkeme böyle bir kabulle yargılamaya başlayamaz, bu ön yargıdır. Kadının
iftira atması için sebep yok denilerek ceza verilecek olması durumunda,
iftiraya maruz kalan sanığın, iddianın iftira olduğunu ispat edememesi halinde,
mahkum olması sonucunu doğurur. Yani ispat yükü sanığa yüklenmektedir. Bu ise ceza
kanunu mantığına aykırıdır. Sanığın bir suçtan cezalandırılması için, yüzde yüz
o suçu işlediği kanaatine varılması gerekir. Türk Ceza Kanununda, kadının
iftira atması için sebep bulunmaması halinde kesin ispat aranmaz, şeklinde bir
düzenleme bulunmamaktadır.
Kadın iffetini ortaya
koyarak iftira atmaz düşüncesi de, doğru bir düşünce değildir. Zira açıkça
iffetsizliği bilinmediği halde, eşlerini aldatan kadınlar da olabilmektedir.
Kadının eşini aldatması için bir sebep olmamasına rağmen, eşini aldatan yani
zina yapan kadınlar olabilmektedir. Menfaat için ya da başka bir düşünceyle,
iftira atması olmayacak bir şey değildir. Kimse melek değildir. Hırsızlık yapan
ya da dolandırıcılık yapan kadınlarda vardır. Ayrıca adalet böyle bir ön yargı
ile yargılamaya başlarsa ve kadının iftira atması için sebep yok diyerek sanığı
cezalandırırsa, bu suistimallere sebep olabilir. Zira adalet böyle işlerse,
yargı makamları bu şekilde bir anlayışa sahip olursa, menfaat elde etmek
isteyen kişiler, kadınları kullanabilir. Hatta bu hırsızlık yapmaktan ya da
dolandırıcılık yapmaktan daha kolay ve yasal bir suç işleme yöntemine
dönüşebilir. Hatta dönüşmüşte olabilir. Zira başka türlü dolandırıcılık yapan
kişi yakalanabilir fakat burada mahkemeler eliyle dolandırıcılık, şantaj yapılır
ve her şey yasal olur, zira mahkeme böyle karar vermektedir. Evlenme vaadiyle
erkekleri dolandıran, evlendikten sonra altınları alıp kaçan kadınlar vardır.
Bunlarda açıkça iffetsizliktir fakat bunu yapan kadınlar olabilmektedir.
Yukarıda eleştirilen bakış açısı bu sebeple hatalıdır.
Boşanmak isteyen kadında bir
iftira atabilir ki somut olayda böyle olduğu kanaatine varılmıştır. Zaten somut
olayda kadının beyanların da, tutar hiçbir taraf bulunmamaktadır. Kadın olay
sırasında görümcesine mesaj attığını söylemektedir. Neden mesaj atana kadar
polisi aramamıştır. Bu açık bir çelişkidir.
Acaba Kayseri Ağır Ceza
Mahkemesi, kadın kocası olduğu için birazda rıza göstermiştir ama yenede ceza
vermek gerekir anlayışında mıdır. Elbette ki bunu bizim bilmemiz mümkün
değildir fakat ortada hatalı bir kararın olduğu açıktır. Sanığın ceza almasının
sebebi belki ifadesinde çelişki olması olabilir. Sanığın soruşturma ve
kavuşturma aşamasında verdiği ifadelerde çelişki vardır fakat çok ciddi bir
çelişki yoktur. Olsa bile sanığın ifadesinin çelişkili olması ceza vermek için
yeterli görülemez. Zaten iki ifadenin de doğru olma ihtimali vardır. Yani
çelişkili denilen ifadelerin ikisi de doğru olabilir ve farklı zamanlarda
aralarında geçmiş konuşmalar olabilir.
Sanığın cezalandırılması
için kesin ispatın aranması gerçeğinden de öte olarak, mahkememiz M.Y.ye isnat
edilen olayın, kesinlikle iftira olduğu kanaatine varmıştır. Yani H.K.nın art
niyetle böyle bir isnatta bulunduğu kanaatine varılmıştır. H.K.nın iddialarının
tutar yanı yoktur.
Mahkememizce görülen nafaka davasında, davalı H.K. nin vekili, mahkememizce daha önce verilen bir nafaka ve boşanma hükmünün bulunduğunu, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarında değişiklik olmadığını, davanın bu nedenle reddinin gerektiğini savunmuştur. Tarafların ekonomik durumlarında değişiklik olmadığı doğrudur fakat ortada hatalı mahkeme kararları mevcuttur. Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin sanık M.Y. ye ceza verilmesine ilişkin kararı ile mahkememizin tarafların boşanmalarına ve H.K. ya nafaka verilmesine ilişkin kararlar hatalıdır.
Mahkememizce görülen nafaka davasında, davalı H.K. nin vekili, mahkememizce daha önce verilen bir nafaka ve boşanma hükmünün bulunduğunu, tarafların ekonomik ve sosyal durumlarında değişiklik olmadığını, davanın bu nedenle reddinin gerektiğini savunmuştur. Tarafların ekonomik durumlarında değişiklik olmadığı doğrudur fakat ortada hatalı mahkeme kararları mevcuttur. Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinin sanık M.Y. ye ceza verilmesine ilişkin kararı ile mahkememizin tarafların boşanmalarına ve H.K. ya nafaka verilmesine ilişkin kararlar hatalıdır.
Elbette ki mahkemeler hatalı
karar verebilir, özellikle mevcut iş yoğunluğu sebebiyle adaletin tam tecelli
etmemesi gayet normaldir. Fakat bir mahkeme göz göre göre adaletsiz bir karar
veremez. Ne kesin hüküm bulunması buna sebep teşkil edebilir nede kanunlar.
Mahkemelerin adalet dağıtırken kriter aldığı ilkeler, evrensel hukuk ilkeleri,
hak ve adalet düşüncesi olmalıdır. Mahkeme kararı vicdanlara hitap edebilmeli,
herkes hangi tarafta olursa olsun, bu eylemi yaptığımda, böyle karar verilmeli
diyebilmelidir.
Bütün bu gerekçelerle hatalı
olan Ağır Ceza Mahkemesi kararını, bu karara esas olan ve kararda belirtilen
Yargıtay İçtihatlarını, Ağır Ceza Mahkemesi kararına dayanarak ve aynı düşünce
ile verilen mahkememizin, tarafların boşanmalarına, tazminat ve nafakaya
hükmedilmesine ilişkin kararını, kabul etmemiz mümkün değildir. Mahkememizce
göz göre göre adaletsiz bir karar verilmesi mümkün değildir. Bu nedenlerle
davanın kabulü gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder