MASUM İNSANLARIN MAĞDUR EDİLMESİNİ ÖNLEMEYE ÇALIŞTIK..
BİR
SAVUNMAMIZDAN..
HSK tarafından verilen karar ile Mardin Cumhuriyet
Başsavcılığınca, hakkımda görevi kötüye kullanma suçundan iddianame
düzenlenmiştir. Öncelikle iddianame de belirtilen ve aslında, FETÖ üyesi olduğu
ve PKK lehine hareket ettiği gerekçesiyle şikayet ettiğim, başsavcı İbrahim Bozkurt
ve cumhuriyet savcısı Murat Caner Cintaş’ın hakkımdaki şikayetlerinden oluşan
tüm bu iddia ve olaylar, silahlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla yargılandığım
ve hakkımda beraat kararı verilen, şuan Yargıtay da olan, Samsun 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki
dosyada da mevcuttu. Samsun 4. Ağır ceza Mahkemesinde yargılandığım dosyadaki
iddiaların bir kısmı, yeni hiçbir konu ve olay olmaksızın, ikinci bir yargılamaya
konu edilmektedir. Mükerrer yargılama olmaz ilkesi, hukuk fakültesinde ilk
öğretilen, temel ceza hukuku ilkelerinden biridir.
İddianame de, terör örgütü ile irtibat ve iltisakımın sabit
olduğu ve iddianamede tarafıma isnat edilen suçları, bu kapsamda işlediğim
ifade edilmektedir. Fakat silahlı terör örgütü üyeliğinden hakkımda beraat
kararı verilmiştir.
Katip Veysi Düz’ün gözaltına alınması sırasında, aramayı
kaydeden kameraya yaptığım konuşmanın, tarafıma suç olarak yöneltilmesinin
sebebini anlayabilmiş değilim. Veysi Düz kendisine isnat edilen örgüt üyeliği
suçundan, beş buçuk ay tutuklu kaldıktan sonra beraat etmiş ve beraat kararı
kesinleşmiştir. Suçlulukla mücadele, suçluların tespiti ve cezalandırılması
kadar, masum insanların suç isnadı ile mağdur edilmesini önlemeyi de
gerektirir. Terör örgütleri ile mücadelede, bu konu daha fazla önem
kazanmaktadır. Dargeçit’te bir
vatandaştan duyduğum “Terör örgütü bölgede kim pkk dan uzak duruyorsa, onları
bu işin içine çekmek için, o aileden birini, bu işe bir şekilde bulaştırmaya
çalışıyor, babası olmazsa oğlunu, abisi olmazsa kardeşini, bir şekilde
kandırarak, olmazsa iftira atıp terör örgütüne üyelik suçundan yargılanmasını
sağlayarak veya zorbalıkla bulaştırıyor, kardeşi bulaşınca abisi, daha sonra
tüm aile kendini örgütün içinde buluyor” ifadesi bu hususun önemini gösteren
bir örnektir. İtirafçı oluyorum diyerek
iftiracı olan fetö üyeleri de benzer bir gaye ile hareket etmiştir. Nitekim
adalet bakanı bir konuşmasında “herkes fetöcü ise fetöcü yoktur; bu bir örgüt
stratejisidir” ifadesiyle, masum insanların mağdur edilmesi, ve mağdur
sayısının artmasının, terör örgütünün, kendini meşru hale getirme ve terör
örgütü ile mücadeleyi başarısız kılma stratejisine hizmet edeceğini ifade
etmiştir. Maalesef bugün gelinen noktada, yüzbinlerce vatandaşın fetö
soruşturmalarına maruz kaldığı dikkate alındığında, fetö ile mücadelenin ne
kadar başarısız olduğu ortadadır. 15 temmuz darbe girişimi nasıl ki
cumhurbaşkanının, vatandaşları sokağa çıkmaya çağırması ve yüzbinlerce insanın
sokağa çıkması ile bastırıldıysa, devletin Fetö ile mücadelesi de, örgütün bu
taktikleri ve yargı makamlarının yanlışları sebebi ile yüzbinlerce insanın
mağdur edilmesiyle bastırılmıştır. İşte Katip Veysi Düz hakkındaki konuşmam,
terör örgütünün bu şekilde fetö ile mücadeleyi bastırma girişimine karşı,
vatanperver bir vatandaş refleksidir.
İftiralarla ve mesnetsiz olarak, suçsuz yere beş buçuk ay
tutuklu kalmış, terör örgütü üyeliğinden yargılanmış, ailesi tarumar edilmiş,
tarifi imkansız mağduriyetler yaşamış ve beraat kararı kesinleşmiş
birinin, daha ilk gözaltına alındığı
sırada, bu örgütle alakasının olmadığını ifade etmem, mağdur edilmesini
engellemeye çalışmam ve sonuçta haklı çıkmam,
tarafıma suç olarak isnat edilmektedir ki, bunun yanlışlığını izah
gerekmez.
Eğer kameranın karşısına
geçerek konuşmamın, usul açıdan yanlışlığı düşünülmekte ise, ben bu konuşmayı
yapmadan önce, üç ayrı cumhuriyet savcısını aradığımı ve Cumhuriyet savcısı
Vural Eker’in tanık dinlemek için vakit olmadığını söylemesi üzerine, bir
zaruret olarak bu yolu seçtiğimi, daha önceki savunmamda anlatmıştım. Olağan üstü
bir zamanın doğurduğu zaruret sebebiyle, adalet gibi kutsal bir gaye için,
kimseye hiçbir zararı olmayan, olağan dışı bir yola başvurmam, suç değil aksine
zekice bir çözüm, kabiliyet ve başarıdır.
Ben başsavcı İbrahim Bozkurt, cumhuriyet savcısı Murat
Caner Cintaş ve başsavcının yönlendirdiği kişilerin şikayetleri ile meslekten
ihraç edildim ve yargılandım. Benim yaşadığım mağduriyete rağmen, onların beni
şikayet etmesi soruşturma konusu yapılmazken, onlar hiçbir mağduriyet
yaşamadığı halde, benim onları şikayetim, tarafıma suç olarak isnat
edilmektedir. Başsavcının, tarafıma Midyat adliyesinde, tüm personelin şahit
olduğu hakaret ve tehditleri, beni polis zoruyla adliyeden dışarı attırmaya
kalkması, görevi kötüye kullanma olmazken, benim suçsuz yere mağdur edilen Veysi
Düz’ün suçsuz olduğunu söylemem, mağdur edilmesini önlemeye çalışmam tarafıma
suç olarak isnat edilmektedir.
İddianame de belirtilen tüm olayları, daha önceki beyan ve
savunmalarımda ayrıntıları ile açıklamış ve HSK’ya göndermiş olduğum için
yeniden izahatta bulunmayacağım.
Bu örgütle biz mücadele ettik. Biz bu örgütle mücadele
ederken, aman bana bir şey olmasın düşüncesiyle suya sabuna dokunmayanlar,
darbe girişiminden sonra aynı düşünce ve korkuyla, yaşanan mağduriyetlerin
memuru olmuştur. Bugün mağdur sayısı yüzbinlerle ifade edilmektedir. Hata ve
yanlış o kadar fazladır ki, bu örgütle mücadele eden ender kişilerden biri olan
ben, bu örgütle mücadele ettiğim için meslekten ihraç edildim ve hala göreve
iade edilmedim. Mağduriyetlerin bu kadar fazla olmasının en büyük sebebi,
adaleti tesis etmek, doğru ile yanlışı, haklı ile haksızı ayırt etmek üzerine
vazife olan ve bu iddia ile görev yapan yargı mensupların, makam ve
menfaatlerinin zarar görme ihtimali karşısında, hak, hukuk, adalet, vicdan,
ilke, onur gibi değerleri görmezden gelmeleridir. Yaşanan bu süreçte kimileri
makam ve menfaatlerini korumanın, yeni makamlar elde edebilmenin derdinde
olurken, çok az kişi ilkelerini korumanın derdi ile her türlü cefaya
katlanmıştır. İşte bize yöneltilen suçlamaların sebebi bu ilkeli duruştur.
Hiçbir hakim savcının gösteremediği cesaret, basiret ve
feraseti biz gösterdik. İşte hakkını bize emanet edenlerinin hakkını böyle
koruduk. Hatta hakkını korumak üzerine vazife olmayanların, maruz kaldığı
haksızlığı engellemek için, bir vatandaş olarak böylesine mücadele ettik. Bizim
hakkımızı korumakta HSK’nın üzerine vazife idi. Gerçekten vicdan sahibi olanlar,
bunun mahcubiyeti her zaman hissedeceklerdir. Aynı şekilde ileride yerlerine
gelecek olan vicdan sahibi insanlar da ihracım için, sayın Selahaddin Menteş
gibi “keşke olmasaydı” diyecekler ve kendi kusurları olmadığı halde mahcubiyet
duyacaklardır. Zira bizde, hiçbir rolümüz ve kabahatimiz olmadığı halde, suçsuz
yere önümüze sanık olarak getirilen insanlara karşı mahcubiyet duyuyorduk.
Bylock yazışmalarında örgüte muhalif olduğu konuşulan ve bu
konuşmalara istinaden hakkında 2018 yılında takipsizlik kararı verilen ihraç
edilmiş bir hakime, görüştüğü HSK üyelerinin “artık bizden çıktı, biz iade
edemeyiz, iade konusunda Danıştay karar verecek, Danıştay bu yazışmaları
dikkate alır” diye cevap verdiğini duydum. Dikkat edilirse söylenenler, sayın
Selahaddin Menteş’in bana söyledikleri ile aynıdır. Biz iade edersek hata
yapıldı denilir korkusu ile, oluşan mağduriyetler umursanmadan, yapılan hataların
sürece yayılarak, çelişki oluşturmadan düzeltilmesi planlanmaktadır. Fakat bu
adalet değildir. Ayrıca hata yapıldı denmesin diye, yapılmaya devam edilen
başka hataları anlatmaya gerek duymuyorum.
Hakkı söylemem ve eleştirilerimin haklılığı, sizi vicdan
muhasebesine, düşünmeye, pişmanlığa, üzüntüye ve adaleti tesis etmeye sevk
edeceği yerde, aksine daha fazla kızdırmaktadır. Bu da haksızlığınızı açıkça
ortaya koymaktadır. Bizim yerimizde siz olsanız bu kadar ilkeli davranıp, bu
kadar sabredebilir miydiniz? Biz terörist ithamına sabrediyoruz, siz eleştiriye
sabredemiyorsunuz. Hukukçuluk hangisidir? Eğer bizim çektiğimiz sıkıntılara,
katlanabilirim diyorsanız, neden haksızlığa susacağınıza, “onurumla ihraç
olurum, haksızlığa memur olmam” diyemiyorsunuz? Bunu kendimi övmek için değil,
siz beni suçladığınız için söylüyorum; hakimlerin yüzde yirmisi yada HSK
üyelerinin yüzde yirmisi benim gibi olsaydı bu mağduriyetler yaşanmazdı.
Adaleti tesis etmek üzerine vazife olduğu halde, makam ve
menfaatlerini kaybetme korkusuyla, adaleti bir kenara bırakanlar, ne adiliz
diyebilirler nede vatanseveriz diyebilirler. Vatan sevgisi işgal edilen makamın
büyüklüğü ile değil, yapılan fedakarlık ile ölçülür. Şuan suçlanan ve
yargılanan bizim vatan sevgimiz, yaptığımız fedakarca hizmet ve haksızlığa
karşı verdiğimiz mücadeledir. Benim meslekten ihracım ve bana yapılan suçlama
benim yanlış yaptığımı değil, HSK’nın hatalı karar verdiğini ve adaleti tesis
edemediğini göstermektedir.
Bu süreçte suya sabuna dokunmayan, menfaatlerine göre şekil
alan kişilerde mağdur olmuştur. Fakat hiç kimse benim kadar şerefli bir
mağduriyet yaşamamış, mağdur olan veya olmayan hiç kimse, benim kadar ilkeli
bir duruş gösterememiştir. Bu süreç, herkesin niteliğinin, herkese gösterildiği
bir süreç olmuştur. Böylelikle, stajyer olarak mesleğe başladığımdan beri
gösterdiğim ilkeli tavır ve ortaya koyduğum adalet anlayışına duyulan ihtiyaç
ile şimdiye kadar yargı sistemimize yönelttiğim tüm eleştirilerimin haklılığı
bir kez daha açıkça görülmüştür. 10.01.2020.
Orhan TUĞRUL
Yorumlar
Yorum Gönder